Ana içeriğe atla

KUR'AN BÜTÜN ZAMANLARIN KİTABIDIR

Kur'ân'ın özelliklerinden birisi de, bütün zamanların kitabı, bütün insanlığın kitabı, dinin bütününün kitabı ve hakikatin tümünün kitabı olmasıdır."Kur'ân bütün zamanların kitabıdır” ifadesinin manası, onun ebedî kitap olmasıdır. Sadece belli bir asrın, neslin veya nesillerin (kitabı) değildir ki zamanını dolduruversin. Yani Kur'ân'ın hükümleri, emir ve nehiyleri herhangi bir vakit ile sınırlı değildir ki onunla amel duruversin. 

Muayyen bir zamandaki vakitli dinlere nispetle bu (düşünce) sahihtir. Bunların kitapları o zamanla sınırlıdır. Sonra başka bir din, başka bir Resûle gönderilen başka bir kitap onu nesh edecektir. Bundan dolayı onu indiren Yüce Allah, muhafazasını garanti altına almamış, onu muhafaza etmeyi ehline bırakmıştır. 

Lâkin Islâm'a gelince, O, son risâlettir; Hz. Muhammed, en son Resûldür. Kur'ân, semâvî kitapların sonuncusudur. Beşer için en son ve en hidayete erdirici sözler içermiştir. Onun belli bir vakit ile sınırlanmasına imkân yoktur. Allah'ın yeryüzüne ve yeryüzünde yaşayanlara vâris kılacağı zamana kadar bâki kalacak bir kitaptır. 

Müslümanın bu ruhla ve bu düşünceyle Kur'ân okuması şarttır: O, ebedî kitaptır. Ona muayyen bir asrın kültürünü dayatmamız veya belli bir neslin düşüncesini zorla O'na yüklememiz uygun değildir. Zira kültürler gelişmekte, fikirler değişmekte, nesiller ve asırlar geçmektedir. Allah'ın Kitâbı ise, Allah'ın indirdiği şekliyle bâki kalmaktadır. 

Hayat devam ettiği ve mükellefler bâki kaldığı müddetçe Kur'ân'ın içerdiği öğretiler, daimi ve bâki öğretilerdir. 

Hiçbir kimsenin herhangi bir durumda Kur'ân'a saldırma cüretini göstermesi caiz değildir. Bazıları, Kur'ân'ın bazı hükümlerinin nübüvvet asrı olan nüzûl asrına, sahabe veya İslâm'ın ilk asrına has olduğunu iddia etmektedir. Çağdaş asırlar, içinde yaşadığımız bu asır ve sonraki asırlar bu hükümlere elverişli değildir demektedirler. Kâdiyânîlerin iddia ettikleri gibi "cihâd" Resûl'ün (sallallahu aleyhi ve sellem) asrına has bir hükümdür. Bugün ise, neshedilmiştir. Hâlbuki cihâd, Dâru'l-lslâm'ı ve İslâm risâletini müdafaa etmek için dâimî bir farîzadır. 

Buradan Allah'a kasteden cüretkârlar karşısında tüm gücümüzle durmamız gerekir. Bunlar Kur'ân'ın ebedî hususiyetini menfi hale getirmek, muvakkat mührünü ahkâmına uygulamak istiyorlar. "Nassların tarihselliği” dedikleri budur. Hatta Kur'ân'ın kesin hükümlerini heva ve hevesleri nedeni ile reddedenleri biliyoruz. 

Yüce Allah'ın, "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. " (Nisa 4/11) âyeti ve bu manaya gelen mirasçılara ait payların dağıtılması ile ilgili iddiaları gibi. Onlara göre bu âyet, kadınların iktisâdî bağımsızlıklarının olmadığı, erkeğe tâbî olduğu, erkeğin ona kavvâm/hâkim, koruyucu olduğu dönemlerdeydi. Onların iddiasına göre kadın öğrendikten sonra, çalışıp hayat mücadelesine erkeklerle birlikte girince hükmün bir değeri de kalmamış oldu. 

Bunun anlamı, onlar bu Kur'ânî hükmü neshetmiştir. Bunu neshetmekle birlikte başka Kur'ânî hükümleri de neshetmiştir. O da "erkeğin kavvâm” oluşu hükmü veya ailedeki sabit sorumluluğudur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah 'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. "(Nisa 4/34) Bu iki hükümle birlikte üçüncü ve dördüncü bir hükmü de neshettiler. (Böyle yapmaları doğru değildir. Zira ayeti yine ayet nesh edebilir.) Ayetteki, "Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar”(Nisa 4/34) kısım buna delâlet etmektedir. 

Erkek, ailesine iki gerekçeyle kavvâmdır/hâkimdir: Birincisi fıtrîdir. Bu da Allah'ın iki cinsten birsini diğerine üstün kılmasıdır. Erkek, aklî çokluk, suçlara şahitlik etmede daha kudretli olma bakımından, sıkıntılara ve sorumluluklara daha çok tahammül etme bakımından kadından daha üstündür. Her ne kadar kadın duygusallıkta ve sevgide ona üstün gelse de "kavvâmet[hakim olma” erkeğe isnat edilmiştir. İkincisi, edinsel/kesbîdir. Evlilik hayatı süresince vereceği nafaka, mehir, ve daimi nafakaya kadar terettüp eden yükümlülüklerdir. Ailenin Yok oluşu düşünüldüğünde bu durum evvela aile reisinin başına yıkılır.

Mehir konusunda Yüce Allah, "Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yiyin"(Nisa 4/4) buyurmaktadır. Nafaka konusunda ise Yüce Allah, "İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. (Talak 65/7)"buyurnaktadır.

Allah'a ve Kitâbı'na karşı haddini aşanlara göre bütün bunların iptali gerekir. Erkek her ne kadar kadına gönül hoşnutluğu ile bir mal ve hediye veriyorsa da erkeğin kadına verdiği mehrin bir anlamı yoktur. Çünkü o, kevvâmeti/üstünlüğü sağlamak için mehri vermektedir. Örfî olarak nafaka sorumluluğunu yüklemesinin de bir anlamı yoktur. Zira bu da reddettikleri kavvâmeti gerçekleştirmede ikinci bir gerekçe olur. 

Bütün bunların gereği olarak, Kur'ân şerîatının iptali, bunun yerine yeni bir şeriatın icadı gerekir. Başka bir ifade ile Yüce Yaratıcının hükmünü tashih ve hükmünü eleştirme hakkının mahlûka verilmesi ile birlikte mahlûkun yaptığı şey, istediği hükümleri ibkâ (geçerli kılma), istediklerini ilga (hükmünü kaldırma) olur.

Televizyon programlarından birinde şunu söyleyenin durumu misâl olarak verilebilir: "Çok eşlilik, zamanı geçmiş bir hükümdür. Bugün geri gelmesi de mümkün değildir!” Muhabir ona, "Kadınların sayısı erkekleri geçince ne yapacağız? Savaşlardan sonra olduğu gibi. Ve şu anda Amerika'da kadın sayısı erkeklerden sekiz milyon (8.000.000)daha fazla?” deyince cevap veremedi. Fakat şunu söyleyebildi: Bugün ultrason, ana karnındaki bebeğin cinsiyetini keşfetmektedir. Ceninin'kız olduğunu bildiğimizde ondan kurtuluruz!!!! Herkesin gözü önünde kürtajı mübah görüyordu. Dostumuz Dr. Hassân Hathût'un "yirminci asırda kızları diri diri gömme (mev'ûdetu'l-karni'l-işrîn)” dediği budur!

Bütün dünya çok eşlilik yapmaktadır. Kimisi kadını sevgili olarak almakta, kimisi de helaline alarak  evlenmektedir, Onu sevgili olarak alanlar, ahlakî, kanûnî, insânî hiçbir sorumluluk altına girmeden sadece şehevî arzuları için almaktadır. Burada ahlakî, kanûnî ve insânî olanı var ki, o da İslâm'ın meşru kıldığı ve adalete bağladığı çok eşliliktir: "Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın." (Nisa 4/3). 

Aynı şekilde Yüce Allah'ın, "De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum. " kavli ile ilgili olarak birisi şöyle der: "bu haram kılınış, o dönemde çöplüklerde ve necâsetlerde beslenen domuzlar içindir. Bu, asrımızda sağlıklı koşullarda beslenen ve gıdasını alan domuza tatbik edilemez!" derse bu ne kadar tatmin edici olabilir ki? 

Anlaşılan bu tahrifatçılar, belli bir zamanda "belli bir dönemin Kur'ân'ı” anlayışını sergilemek istiyorlar. Oysa Yüce Allah Kur'an'ı tüm zamanların Kitabı olsun diye indirmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALİFELİĞİN KAYIP HALKASI: ABDULLAH BİN ZÜBEYR

                                                                                               GÜLSÜM AÇAN  İslam Tarihi’nde Abdullah b. Zübeyr doğumundan vefatına kadar geçen sürede birçok önemli olayda aktif rol oynamıştır. Müslümanlar Medine’ye göç ettikleri zaman Yahudiler Müslümanlar’a büyü yaptıklarını ve artık çocukları olmayacağı şeklinde söylentileri yayınca Müslümanlar bu durumdan oldukça üzüntü duydular. Medine’de Hicretten sonra ilk Abdullah b. Zübeyr’in doğumu Müslümanlar açısından büyük bir mutluluk oluşturdu ve adı bizzat Rasulullah tarafından konuldu. Küçük yaşlarda babası Zübeyr b. Avvam ile birlikte Suriye’nin fethine ve 634 yılında Yermük Savaş’ına bizzat katıldı....

KUR'AN'DA EVREN, YARATILIŞI VE KANUNLARI

Kur'an'ı inceleyen bir kimsenin göz önünde bulundurması gereken bir husus: Kur'an'da yer alan kimi ayetlerdeki evrenin yaratılışı, kanun ve sahnelerine ilişkin işaretler, yüce Allah'ın azametine, egemenliğinin sınırsız genişliğine, sanatının incelik, eşsizlik ve takdirine, her şeyi kuşatmasına, kudretine ve tedbirine dinleyicilerin dikkatini çekmeyi hedeflemiştir. Davetin ana hedeflerinden Yüce Allah'ın varlığının vücubunu, en mükemmel sıfatlarla nitelenmesini, her türlü noksanlıktan münezzeh olduğunu; çoluk-çocuğa, ortağa, yardıma ihtiyacının olmadığını; Rablik ve ulûhiyette bir ve tek olduğuna; sadece bir tek kendisinin, önünde boyun eğilmeye,ibadet edilmeye, yönelmeye, yakarışa ve mutlak tasarrufa layık olduğuna; ilminin büyük küçük her şeyi kuşattığına; evrenin, Onun hikmetinin gerektirdiği kanunlar çerçevesinde yaratılışındaki ulu ve yüce hikmetine dikkatleri çekmeyi vedesteklemeyi hedeflemiştir. Sonra Allah, korku ve heybetini dinleyicilerin kalplerine ser...

ÖLÜMDEN SONRA TEKRAR DİRİLMEK

Ebedi hayat olan ahiret hayatını yaşamak için insanın, öldükten sonra tekrar dirilmesi gerekir. Kuran-ı Kerim'de bu husus hakkında varid olan ayetler muvacehesinde tekrar dirilme muhakkak olacaktır. Buna inanmayan mü'min olmaz.  İmanın şartlarından biri de, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmaktır. Öldükten sonra tekrar dirilmeye (Ba'su badel mevte), Allah-u Teala'nın, inayeti ilahiyesini tekmil için luzüm vardır. Bu da ahiret gününe iman etmeye icap ettirir. Ahiret gününe iman etmek, Allah'a iman etmek demektir. Ahiret gününe inanmayan Allah'a da inanmamış ve Allah'ın gönderdiği Peygamberi tasdik etmemiş olur.  Ahiret günü İsrafil (AS)'ın su'ra birinci defa üflemesinden, ikinci defa üflemesine ve ondan sonra cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin de cehenneme girmesine kadar geçen zamandır. Veyahut, nefha-i saniye (ikinci üfleme) den başlayarak sonsuz olarak devam edip giden zamandan ibarettir. Birinci ve ikinci defa su'ra üflemesinin arasın...