Kur'an ve Peygamberin Çevresi Kuran'ı inceleyen biri, Peygamber (s.) çevresi ve çağının alışkanlıkları, örf ve adetleri, akideleri-inançları, düşünce, bilgi ve kültürleriyle Kuran içeriği arasındaki bağın oldukça sağlam olduğunu görecektir. Bu bağ apaçıktır:
Birinci olarak: Bir yandan İslâm çağrısı ve Kuran vahyi genel bir şekilde Peygamberin gönderilişinden önceki Peygamber (s.)'in çevresi önündedir ve bunlar ilk muhataplardır. İnsanların için de bulundukları sapıklık, Allah'ın zorunlu varlığının, sıfatlarının kemalini, O'nun ortak ve çoluk çocuktan münezzeh olması, dosta ve yardımcıya ihtiyacının olmaması, evrendeki mutlak tasarrufu, kendisine yönemeye, önünde eğilmeye ve kulluğa yalnız O'nun layık olması, Ondan başka her şeyin bir kenara itilmesinin zorunluluğu; bu konudaki sapık anlayış ve kavramalarından; hak, adaleti, fazilet ve iyilik yolundan ayrılmalarından; bütün Arapların ve onların dışında kalan ehl-i kitap ve müşriklerini ibadet, mezhep ve akidelerinde beliren büyük ihtilafa hep birden istisnasız düşmelerinden Allah'ın hikmeti İslâm çağrısı ve Kur'an vahyini zorunlu kılmıştır. Sonra bütün bunların insanların ve başta Peygamber (s.)'in çevresinin anlayış, yorum, arzu, bilgi/kültür düşünce, örf adet ve alışkanlıklarından kaynaklandığı Allah'ın hikmeti düzeltme, değiştirme, yorumlama ve yürürlükten kaldırmayı gerekli kılmıştır.
İkinci olarak: Kur'an'ın bu alışkanlıklar, adetler, fikirler,arzular, bilgi kültür, yorumlar ve anlayışlara dair içerdiği tartışmaya; hataları yüzlerine haykıran ve kafalarını çatlatırcasına tebliğe devam eden ayetlerde birçok işaret vardır. Aynı zamanda Peygamber (s.)'in çağrısında çevresinin takındığı tutum ve davranışlar ile bu konuyu kuşatan ayetler arasındada bir bağlantı vardır. Okuyucu buna özen gösterdiği zaman bu bağ ona apaçık bir şekilde görünüp ortaya çıkar. Biz bu netliği vereceğimiz şu örneklerle daha da artıralım.
I) Kur'an'da mükerrer pekiştirmelerle Allah'ın rızası ve izni olmadan şefaat ve şefaatçilerin yokluğu, hükmü, müşriklerin Allah'a ortak koştuklarına ibadetlerinde yönelişlerinde, Allah'a yakınlık için bunları sadece birer aracı ve şefaatçi olarak aldıkları hususunda özür ileri sürüşlerindeki ayıp ve hatalarını tekrar tekrar yüzlerine haykırmaktadır. Bu konunun tekrarı, vahiyden önceki Peygamber zamanında Peygamberin çevresindeki müşriklerin zihinlerinde bu kavramların nasıl köklü bir biçimde yerleştiğini göstermektedir. Böylece Kur'an'da bu konuda gelen ayetlerle söz konusu gerçekler arasındaki bağ güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
II) Kur'an'da melekler, cinler ve şeytanlardan değişik üsluplarla bahseden birçok ayet, hatta bölümün bulunması, bunların Kur'an'ın ilk dinleyicilerinin zihinlerinde oldukça büyük bir yer işgal ettiğini ifade etmektedir ki, onlar Peygamber (s.)'in çevresindekilerin inançlarıdır. Böylece Kur'an'da bu gaybî yaratıklardan söz eden ayetlerin bir hikmet ve nedeni olmaktadır.
III) Kur' an'da müşriklere cevap verilirken ayıpları yüzlerine haykırılırken yüce Allah'ın çocuk edinmediğini ve yine bu yanlış bilginin Arapların melekleri Allah'ın kızları saydıkları inancına bağlı bir yanlışlık olduğunu ifade eden ayetler mevcuttur. Kur'an'da bunun tekrar tekrar ifade edilmesi Peygamber (s.)'in çevresini oluşturan müşriklerin kafalarında ne kadar kökleştiğini göstermektedir.
IV) Hac şiarı konusunda gelen Kur'an ayetleri, açık açık ve yer yer dolaylı olarak bunların tamamının veya büyük bir bölümünün vahiy öncesi alışkanlıklar olduğunu ifade etmektedir. Haccın şiarları şirkin, putperestliğin ve kötülüğün tortu ve pisliklerinden temizlenip arındırıldıktan sonra İslâm'da karara bağlanmıştır.
Araplar tavafı Hz. İbrahim Peygambere nispet ediyorlardı. Nitekim Kur'an-ı Kerim de bunu teyit etmektedir. İslâm'ın tavafı şirkin tortularından soyutlaması, işi asıl temeline oturtmaya yönelikti. Çünkü bu iş mutlaka muhlis, mümin ve muvahhid bir Peygamber olan Hz. İbrahim (a.s.) zamanında olduğu gibi olmalıydı. Ama buna rağmen Kâbe'nin çevresinde yapılan tavafı Safa ile Merve arasındaki koşu, küçük çakıl taşlarını atma (şeytan taşlama) ve Hacerul-esvedi (kara taşı)öpme ve dokunma gibi hâlâ bile kabul edilmesinin hikmeti pek anlaşılmayan şeyler de vardır. Bu ayetler, İslâm öncesi Arapların hac adetlerine ve nasıl sağlam kök saldığına ve hedefine ilişkin olup; onda sosyal yerlerinin, inançlarının farklılığına rağmen Arap birliğinin yaklaşık bir görünümü mevcuttu. Çünkü Hacca, mevsimine, adet ve alışkanlıklarına, yasaklarına ve haram aylara bütün Araplar uymaktaydı.
İslâm'da Haccın kabul edilmesinin bir hikmeti belki de bir bakıma bu kadar sağlamca yerleşmesinde ve sağladığı yararda, diğer bir yandan da İslâm'ın çağırdığı söz konusu birliğe etkisinde olmalıdır. Belki de Arapları İslam çağrısına ısındırmak amacı da aynı şekilde bu hikmetin bir parçası olabilir. Kasas suresinde bu konuda oldukça önemli bir ayet mevcuttur: "Biz seninle beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan atılırız”dediler... (Kasas:57)
Bu ayet Hz. Peygamberin çağrısını, hac alışkanlıklarını ve süregelen töreleri ortadan kaldırmayı hedef aldığını sandıklarını ifade etmektedir. Çünkü bu alışkanlık ve törelerin bir gereği olarak Mekke'nin ve çevresinin bir saygınlık ve kutsiyeti olduğundan dört bir yönden Araplar Mekke'ye akın eder, panayırlar kurulur ve haccedilirdi. Böylece çağrıdaki hidayeti ve gerçeği kesin olarak görmelerine rağmen bu korkuları İslam çağrısını kabul etmelerini engelleyen sebeplerden bir tanesi olmuştur. İşte böylece Kur'an'ın getirdikleriyle ve Peygamberin çevresini oluşturan halkın bağlı bulunduğu adet ve töreler arasındaki ilişki güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
V) Kur'an'da Hz. İbrahim'e ilişkin birçok kıssa, haber ve mesele mevcuttur. Zamanımıza kadar ulaşabilecek en eski ve biricik kaynak olan Eski Ahit'in ilk bölümü olan Tekvin bölümünde bunların hiçbiri yer almamıştır. Kur'an'ın verdiği bu bilgilerde Hz. İbrahim ve soyundan olanların siretleri genişçe yer almaktadır; kendi halkına yaptığı çağrı, inanmaları için getirdiği akli deliller, putları kırması, halkının yakmak için onu ateşe atmaları, kendisinin ve çocuklarının putlardan uzak tutulmaları için Allah'a yakarışı, babasına ve Kral'a karşı delilleri ileri sürmesi, ailesinin bir bölümünün Mekke'nin haremi mıntıkasında iskân etmesi, oğlu İsmail ile Kâbe'yi inşası, onun burayı ziyarete ilk davetçi olması, Arapların veya bir bölümünün ona intisap etmeleri, İsmail ile birlikte kendilerinden onlara doğru yolu gösterecek bir Peygamberin gönderilmesi için Allah'a yakarması gibi haberler... İşte tek ve biricik eski kaynakta zikredilmeyen İbrahim Peygamberin siretiyle ilgili bu haberler bi'setten önce Peygamberin çevresinde dilden dile dolaşır ve nesilden nesile aktarılırdı. Böylece bu çevrede bilinen ve dilden dile anlatılanları sadece Kur'an-ı Kerim'in anmasıyla onunla bu çevre halkı arasında olan bağ güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunun apaçık bir hikmeti: İbrahim (a.s.)'ın halis tevhid akidesi ve onların tevhit akidesine bağlı olmaları için yaptığı dua ve arzusu, babaları İbrahim'in dinine ve ona bulaşan pisliklerden temizlemeye Peygamberin yaptığı çağrıya olumlu cevap vermelerinin zorunluluğu konusunda Arapları uyarmaktır.
VI) Mekki ayetlerde, Kur'an'da Hicazla yerleşmiş İsrail kökenli Yahudilere yapılan pek zorlu hamleler yoktur. Sadece diğer Peygamberlerin kıssaları ibret ve ders almak için nasıl zikredilmişse aynı şekilde Hz. Musa ve firavunun kıssası ile İsrailoğullarının kıssaları da aynı maksatla zikredilmekle yetinilmiştir. Yalnız diğer Peygamber ve ümmetlerden farklı olarak bu kıssalara daha çok ve detaylı bir şekilde yer verilmiştir. Bunun da sebebi veya hikmeti birçok Yahudi boyunun varlığı ve bunların Hicaz Arap çevresi ile sağlam bağları olabilir. Oysa Medeni ayetlerde Kur'an, bu Yahudilere yapılan zorlu ve oldukça incitici hamleleri kapsamakta, onları kötü ahlakla ve hilekârlıkla niteleyerek onların bu ahlaklarını ilk atalarının ahlaklarına bağlamaktadır. Hiç kuşkusuz bu, Peygamberin çevresindeki durum ve şartlarla ilgilidir. Çünkü Medine'de olduğu gibi Mekke'de güçlü, kuvvetli bir merkezleri ve yerleşimleri yoktu. Böylece Yahudilerle Allah Resulü arasında Mekke'de herhangi bir sürtüşme, çarpışma ve gerginlik olmadığı gibi ondan yana tutumları olumlu idi. Medine'de Yahudilerle Allah Resulü arasında vuku bulanlar Medine'deki güçlü yerleşim merkezlerinin, sağlam yerleri, hayati çıkarları, seçkin merkezleri ve güçlü varlıklarından kaynaklanmaktaydı. Çünkü onlar Peygamberin Medine'ye hicretinde, ortaya çıkışında, çağrısının yayılmasında ve insanların ona bağlanmasında kendileri için tehlike gördüklerinden düşmanca tavırlarını ortaya koydular. Bu yüzden bunun etkisi Mekki üslupta değil de Medeni üslupta görünür.
VII) Alkollü içki üretimi, ticareti ve alkollü içki içme alışkanlığı Peygamber (s.)'in çevresinde iyice yerleşmiş ve sağlam bir şekilde kök salmıştı. Bu yüzden içkinin hükmü Kur'an'da tedrici bir sakındırma ve yasaklama ile yansıdı.
VIII) Kumar ve faiz için de aynı şeyler söylenebilir. Allah bilir.- Kur'an-ı Kerim önce Allah'ın faizde rızasının olmadığını, kumarın günah olduğunu uyarmış, sonra kat kat faizin yenmesinden sakındırmış bilahare bu sakındırmayı daha da artırarak her ikisini de kökten yasaklamıştır.
IX) Kur'an'da bağış ve türleri, bunların yenilmesi, töreleri ve yasakları hakkında birçok bölüm mevcuttur. Çünkü Hz.Peygamber'in çevresinde bağışlar büyük ve önemli bir yer işgal ediyordu. Bu çevrenin insanları kendi iddialarınca dini birer esas olarak bu konudaki alışkanlık ve törelerini öne sürüyorlardı. Bu yüzden Kur'an'ın iniş hikmeti gereğince uygun birçok münasebette ondan söz eder ve işi asıl rayına oturtmak için ilgili emirler vazeder.
X) Hz. Peygamberin çevresinde kölelikten yararlanmak doğal bir ticaret ve oldukça sağlam, yerleşmiş bir sınıfa mal olmuştur. Dolayısıyla Kur'an'da buna da yer verildi. Öyle ki Kur'an bu konuda getirdiği adil düzenlemelerle, onlara insanca davranmaya, onları özgürlüklerine kavuşturmayı teşvik etti ve getirdiği teşri hükümlerle köleliğin en büyük ve genel kaynağı olan savaş esirliği uygulaması konusunda trmel hükümler getirdi. Elbette bizim verdiğimiz örnekler onunla Kur'an'ın kapsadığı ilişkiyi ortaya koyanların tamamı değildir. Daha pek çok örnek verilebilir ama biz bunlarla yetiniyoruz. (Savaş esirlerinin köleleştirmesini yasaklayan ayet Muhammed 4. Ayetidir. Yalnız unutulmamalıdır kiPeygamberin sünneti, maslahat söz konusu olunca ulul emre bu esirleri köle sayma yetkisi vermiştir.)
Kur'an konularını, takrirlerini, özünü, boyutlarını anlamada, onu inceleyenlerin olaylar ve asıl nedenleriyle bütünleşmeleri, olup bitenlerin gerçeğinden ve çevresinden uzaklaşmamaları, tartışma ve artırmalarda, Kur'an ifadelerine taşımadığı anlamları yüklemek ve genelden soyutlanmanın ötesinde bir yarar olmayan şeylerden çıkmaza girmekten korunmaları hakikaten çok önemlidir. Aynı zamanda şu unutulmamalı ki, Peygamber (s.)'in sireti konusunda Kur' an-ı Kerim'in kapsadığı konularla dikkatimizin çekildiği şeyler Peygamberin çevresi ile olan bağları konusunda dikkatimizin çekildiği şeylerden ayrıdır. Çünkü O, bütün çağlarda telkin ve teşri mercii ile yönlendirme, ilham ve yol gösterme kaynağı olarak bu üslupla gelmiş olup sadece Peygamberimizin çağına ve onun çevresine özgü değildir.
İZZET DERVEZE, KUR'AN CEVAP VERİYOR
Yorumlar
Yorum Gönder