Ana içeriğe atla

TÜRBE ZİYARETLERİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN BAZI BİDATLAR



Tarih boyunca zamanla bozulmaya yönelen Hak dinin yenilenmesi ve gelişimi  Hz.Adem’den beri peygamberlerle devam etmiştir. Bu durum Hz. Muhammed’in as nübüvveti ve Kuran-ı Kerim’in inzaliyle nihayete ermiştir. Başka bir deyişle Hz.Muhammed’e tebliğ olan din, ibadet, ahlak ve yaşamın her alanını kapsayan mesajlarıyla evrensel ve kıyamete kadar geçerli olan mükemmel ve noksansız bir dindir. Şüphesiz bu durumu Allah tarafından bize veda haccında inzal olan ayette şu şekilde bildirilmektedir:

”…İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizde olan nimeti tamamladım ve sizin için din olarak İslam’a razı oldum...”(el-Maide5/3)

İslam’daki bu mükemmel ve noksansız din anlayışından dolayı  tahrife sebep olabilecek  her türlü söz ve uygulama  hem Kur’an-ı Kerim’de hem Resulullah’ın sünnetinde dinin özünün korunması amacıyladinle ilgili her türlü eksiltme,  artırma, ifrat ve terfide sebep olabilecek  her şey reddedilmiştir. Bu tahrife ise  heva, ihdas vb. kavramlarıyla birlikte hadislerde genellikle bid’at kavramıyla açıklanmıştır.Ve ashab bu konuyla ilgili uyarılmıştır.“Her bid’at delalettir…’  hadisinden de anlaşılacağı üzere insanların bu konuda dikkatli davranması istenmiştir. Ashab bu uyarıya uymuştur. Hadislerde geçen “peygamber varisi” diye isimlendirilen,işinin ehli alimlere bu sorumluluk  rucu etmiştir.Hz. Muhammed(s.a.v)’den bu konuda rivayet olan hadiste şu şekilde buyurmaktadır;”Bu(dini)ilmi,her sonra gelen nesilden,adil olanlar taşıyacaklar.Böylece aşırıcılıkların tahrifini,batıl taraflarının çarpıtılmasını ve cahillerin yorumunu bu ilimden uzak tutacaklardır.” 


Özellikle Hz.Osman’ın vefatıyla gerçekleşen  fitne olaylarıyla beraber zuhur eden bid’atlere karşı mücadeleye sahabe, tebiin, tebei  tabiinle birlikte İslam alimleri de sünneti korumakla bid’ate karşı mücadelede katkı sağlamıştır.  Nitekim sahabeden de bazılarının bid’atlerin uygulanmaması konusunda çabaladıklarına dair örnekler mevcuttur. Burada İbn-i Mesud ve Hz.Ömer ile ilgili rivayetlere değineceğiz. İbn-i Mesud Perşembe günleri minberdeyken, cemaate hutbesinde şu şekilde seslenmiştir: …en kötü şey, uydurma  olandır. Her uydurulan şey de bid’atti.İşleriniz uzamasın sonra kalpleriniz kararır. Boş ameller sizioyalamasın.Olacak bir şey muhakkak olur. Olmayacak  şey de zaten olmaz.Resulullah’ın yolundan yürümek bid’atlerle  amel etmekten hayırlıdır…” İbn Said ve Said b. Müseyyeb’den rivayetle; Hz.Ömer birkaç müslümanın Rıdvan bey’atı ağacının altında namaz kıldıklarına şahit olunca ağacın kesilmesini emretti  ve halkı mescide toplatarak şu şekilde hitap etti;”EyMüslümanlar!Allah’ınResulu sizin yolunuzu gösterdi.Allah’tan farz olunan şeyleri belirtti.Apaçık bir yola bırakıldınız.Bundan sonra halkı sağa sola saptırmayınız. ” 

1. Bid’atin Anlamı

Bid’at lafzını ne zaman ve kim tarafından çıktığı tam olarak bilinmemekle Hasan Basri ehl-i bid’at lafzını ilk defa  kullanmıştır. H.1yy.’da.

İlk defa yapmak, yenilik, ihdas etme, genelin kabul ettiğinin aksine davranışta bulunma,icat etmek, inşa etmek manalara gelen(b-d-e)kökünden üçüncü baptan fiilden türeyen bid’at,”daha önce benzeri bulunmayıp sonradan ortay çıkan (muhdes) şey” anlamındadır.  Bu sözlük anlamı Kura’n-ı Kerimdeki vardır.(el- Hadid 57/27; el-Ahkaf 46/9). İbtida; bid’at çıkarmaktır,çıkaran kimseye ise mübtedi denir.Bid’at terimine 3./4. yy.da yazılan  eserlerde çokça rastlanır. Ehl-i sünnet alimlerinin etkisiyle de muhafazakar çoğunluk dışındaki siyasi, fikri hareketler; Cehmiyye, Havaric, Mürciye, Şia, Kaderiyye, Mutezile vb fırkalar ehl-i bid’at kabul edilmiştir.

Hadislerde bid’atin eş anlamlısı olan ”muhdesatu’l umur” kelimesiyle yer almaktadır. Bid’at; ortaya koymak, haber, hadis, yenidurum, konuşmak,bilgi vermek manalarını vermektedir. Hz.Muhammed”…Sonradan ortaya çıkanların hepsi bid’attir…”  ,”…Siz sonradan ortaya çıkanlardan sakının…”  ifadeleriyle muhdes olanlardan kaçınmamızın gerekliliğini belirtmiştir.

2. Bid’atın Kaynakları

1-Eski Dinlerdeki inanç,ritüel ve geleneklerin sürdürülmesi.

2-Söylenceler.

3-Peygambere atfedilen asparagas sözler.

4-Aymazlık ve Düşüncesizlik.

5-Va’z tarzı hasbihallerdir. 

3. Bid’atın Çeşitleri

1-İtikadda olanlar: İçtihadla yapılır.

2-İbadette olanlar: Resulullahın ve 4 Halife zamanında bulunmayıp sonradan uydurulan inanç,söz,davranışlardır.

İbadette bid’ati sünnet diye işlemek hükümleri beğenmeyip yeni din uygulamaktır. Haramdır.

“Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o merduttur,makbul değildir” 

Peygamberimiz, Ashab-ı Kiram ve Alimler ibadetleri nasıl yapmışsa öyle uygulanmalıdır. Yeni şeyler ekleyip,çıkarmak dini değiştirmektir; sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”.  hadisi bunu açıklamaktadır.

Bid’at geniş ve dar kapsamlı olarak tasnife tutulmuştur. Geniş anlamlı  bid’at,; Hz.Peygamber’den sonra ortaya çıkan her şeydir. Bunlarsözlük anlamını esas aldıkları için dini içerikli olup olmadığına bakmaksızın Peygamberden sonra günlük hayatta dahi ortaya çıkan her şeyi bid’atın kapsamına almışlardır. İmam Şafii(ö.204/819),Ebu’lFerecb.el-Cevzi(ö.597/1201),Zürkani(ö.1122/1710) vb. bu alimler görüşlerini peygamberimizin bazı rivayetlerine dayandırmaktadırlar. Delilleri ise,“…işlerin kötüsü sonradan ortaya çıkanlardır, sonradan ortaya çıkan her şey sapıklıktır,her sapıklık cehennemdedir” ,bu vb. hadislerdeki “küllü bid’a” lafızlarından dolayı geniş anlamı tercih etmişlerdir.Bir başka rivayetteki” İslamda iyi bir çığır açana o çığıra uyanlar bulunduğu sürece  sevap verilir, kötü bir çığır açana aynı şekilde  günah yazılır” hadisleriyle sonradan zuhur eden günlük hayata girmesi kaçınılmaz olan yeniliklerin hepsinin kötü olmamasından dolayı bunu hadislerle bağdaştırma amacıyla Bid’atı bu çerçevede ikiye ayırmışlardır, Bid’at-ı hasene (iyi bid’at), Kur’an’ın iki kitap arasında cem edilmesi,camilere minare inşa etmek vb. gibi yapılması halinde dinde bir ekleme veya eksiltmeye sebep değil sadece var olan bir şeyi tekamül ettirerek geliştirmek olarak aldıkları için bu vb uygulamalar iyi bid’at kabul etmişlerdir; Bid’ati seyyie (kötü bid’at), kabirler üzerine türbe yapmak ve buralara çaput bağlamak,mum yakmak vb uygulamalarda dinin özüne ters düştüğü için yapılması sakıncalıdır ve kötü bid’ata örnektir.

Dar kapsamlı bid’at  ise;”Dinde Hz.Peygamberden sonra icat edilip, kendisiyle Allah’a daha çok ibadet etme kastedilen, dinde  ilave veya eksiltme özelliği taşıyan şer’i uygulamalara benzer gözüken yoldur”  bid’ati dar kapsamlı ele alarak konusunu sadece dini konularla sınırlandırmışlardır.

4.Bid’at Konusu Kapsamında Türbe Ziyaretleri


Ziyaret, genellikle dini anlamda; ibret almak için kabirleri, sevap kazanmak içinde mübarek yerleri, akrabaları ve hastaları görmeyi ifade eder. Anadolu’nun tamamında Allah katında değerli olduğuna inanılan, manevi açıdan yücelik verilen kişiler genellikle halk arasında Alim, Evliya, Sofu, Şeyh, Mübarek, Seyit vb… isimlerle anılır ve onlara ait olduğunu düşündükleri mekanlara kümbet, yatır, Türbe, Tekke, Ziyaret vb… yerler halk tarafından kutsallık atfedilerek ziyaret edilmektedir.  İnsan bazen çaresiz ve gelecek kaygısı olan bir varlıktır. Arzu ve ihtiyaçları sınırları yoktur. Korku ve endişeleri sebebiyle   ziyaret yerlerine de genellikle hacet, istek, dilek, arzu, talep, sevap gibi hususlarda maddi ve manevi olarak rahatlamak için bu gibi kutsallık atfedilen  mekanlara da ihtiyaçlarını karşılanmasını talep ederek ziyarette bulunurlar. Bu durum ise   ihtiyaçlarını türbede  yatan zâttan dilemeye kadar gitmiştir.

 Kabirlere gereğinden fazla bağlılık eski Hıristiyanlıktan yansımıştır. Orta çağ Hıristiyanlarının adım başı tapınak ve velileri vardı. İnsanlar arzularına ulaşmak için, ziyaret yerlerine gidip türbede yatan zattan istekte bulunurdu. Fakat dinimizde bu yasaklanmıştır. Kuran’-ı Kerim’de bu konuyla alakalı şöyle buyurulmaktadır:”O halde Allah’ın yanında başka birine dua etmeyin? (el-Cinn,18/20) “Bu durumla ilgili Hz.Muhammed şöyle buyurmuştur: ”Sizlere kabir ziyaretini engellemiştim. Şimdi kim ziyaret etmek isterse ziyaret etsin. Saçma söz söylemeyin.”  Hz.Muhammed,  insanların peygamberliğinin ilk yıllarındaki gibi İnsanlar mezarlara giderken inkar edecek cümleler kullanıyor, vücutlarını parçalıyor, elbiselerini yırtıyor, tırnaklarını yüzlerine geçiriyor. İnkar eden, Allah’a isyan eden cümleler kullanıyorlardı. Sevgili Peygamberimiz her şeyi kademeli kademeli, sıfırdan öğrettiği gibi bunu da öyle öğretmek istedi. Sorunlar kalmayınca Peygamberimiz , insanların ahireti hatırlayıp ,dünyanın geçiciliğiyle ilgili ibret almaları için ziyarette bulunmalarına izin verdi.


Ancak yukarıda değindiğimiz gibi bid’at ve zaman ters orantılı değildir. Sosyo-kültürel durumlar sürekli değişmektedir bazen yeni   bid’atler ortaya çıkmaktadır bazen ise toplumdan kalkmış bir bid’at tekrar insan hayatına girmektedir. Bizim amacımız ise bu konuda peygamberimiz ve ardından gelen ilk üç nesil gibi bunu engellemek için insanları uyarmaktır. Bu kapsamda ise hacet vs amaçlı yapılan ziyaretlerin dinin safiyetine aykırı olduğu ve kesinlikle yasaklanmış olan İbadette bid’at kapsamında kötü bid’atin kapsamında olduğunun farkına varmaktır.


Atalar kültü  eski Türk toplumlarında da önemli inanç kaynaklarındandı. Bu kültte ölmüş ataların ruhlarının kutsiyetine inanma, saygı gösterme, onlar için kurbanlık şeyler sunma gibi adet ve inanışları vardı.  Ölü ataların ruhlarının hayatta olanlara yardımda bulunabileceği inancı bunun temelini   oluşturuyordu.

İslamiyetten sonra atalar kültü inancı tasavvufun insanlar arasında yaygınlaşmasıyla  veli   kültüne evrildi.  Günümüzde de Şeyh, Veli, Evliya gibi adlandırılan insanların Allah’a yakın şahıslar vefatlarından sonra  insanları Allah’a yakınlaştıran veya zor durumda kalındığı zamanlarda olağanüstü kerametleri olduğuna inanılmaktadır. 

Bu inanışlara bağlı olarak türbeler ziyaret edilmekte ve Allah’a yakın olduğu inanılan yatıra yönelik dua ile Allah’a dua edilmektedir.  Aslında onun ruhundan bir şeyler beklenmektedir. Bu ziyaretlerden sonra hayatlarında istedikleri şeylerin olmasını da buna bağlamıştır.

4.1. Türbe Ziyaretinde Gerçekleştirilen Bazı Bid’atlar


Daha önceden değindiğimiz üzere insanlar hayatlarında karşılaştıkları maddi ve manevi endişelerinden ötürü türbe ziyaretleri gerçekleştirerek feraha kavuşmak isterler. Bu bid’at uygulanırken ziyareti yapılacak yere kutsiyet atfedildiği için insanlar genellikle bunu dini bir ritüel havasında yaparlar. Oysa bu durumun sapıklık olduğu Kuran’ı Kerimde şöyle geçmektedir.”.Allah’ı bırakıp da kendisine Kıyamete kadar cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapık kim olabilir? Oysa ki bunlar onların dualarından habersizdir”(el- Ahkaf,46/5)

Kutsiyet verilen türbelerde yatan şahıslarla ilgili genellikle kendi çağında insanlara faydalı, züht ve takva sahibi oldukları, Allah’ın yardımına mazhar olduklarıyla ilgili rivayetler zikredilir. Ziyarette bulunanlar Bazılarının ise direk türbedeki zattan bir keramet beklediği görülür. Dinimizde ölülerden medet ummak günahtır ve bu bid’attir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyurulmuştur.”…Bu böyledir. Çünkü hak olan yalnız Allah’tır.Ondan başka dua ettikleri şeyler ise batıl’ ın ta kendisidir.Her şey den yüce ve her şeyden büyük olan yalnızca Allah’tır.”(el- Hacc,22/66)

Türbelere mum dikme adet, eski cahiliye devrinden günümüze gelen bir örftür. Bu  ateşe tapınmakla ilgili bir örftür bu bir çeşit kurban sayılıyordu. Paganizm dönemine ait bu adeti Finikeliler, Romalılar ve Helenler de kullanmıştı  Türbelere kandil yakma örfü ise; Fenikelilerde denizciliğin Tanrısı Melkares’in heykelinin önünde sürekli kandil yanması adetinden günümüze gelmiştir. 

Eski yüzyıllarda ölülerin mezarında ateş yakmak veya mum yakmak kurban sayılırdı. Kazak ve Kırgız toplumunda ölülerin en son bulunduğu yerde mum yakma örfü vardı.  İnan, Hıristiyanlar buna Katakomplarda gizlice ibadette bulundukları zamanın hatırası olduğu için bu inanca devam ettiklerini söyler. Müslüman Türklere ise bu adet, Hıristiyanlar aracılığıyla geçmiştir.  Eski zamanlarda mum “Ey insanoğlu, buradan geçerken bizi sakın duanda unutma…”simgesinde yakılırdı. Günümüzde bazı insanlar türbe ziyaretinde bu uygulamayı hala devam ettirmektedirler sebep olarak da bunun yapılmasa dini ritüelde eksikliğe sebep olup dileğinin gerçekleşmeyeceği endişesine dayandırılmaktadır ancak unutulmamalıdır  ki bu bir bid’attir.

 Bazı türbe ziyaretlerinde ise türbe demirleri veya orada bulunan ağaç veya dallara çaput bağlanır. Bu ise Şamanizim’de uygulanan mezarlara ve türbelere adak olarak çaput bağlama geleneğiydi. Eski Müslüman Türklerde de bu dini bir görev olarak kabul edilip uygulanmıştır ve hala bu bid’at halk arasında devam etmektedir. Şamanistler bu adağı yer-su dedikleri merhametli ve koruyucu  olduğuna inandıkları tanrıya bağışlarlar. Müslüman Türkler ise bu vesileyle bir evliyanın ruhundan yardım tardım talep ederler. İslam dininde ise ağaçlara kutsallık atfetme kesinlikle reddetmiştir. Hz.Ömer’in Rıdvan Bey’atının yapıldığı ağacı kestirmesi bunun en güzel örneğidir. Kur’an-ı Kerim’de ağaçlardan bahsedilmektedir. Şecere-i Huld(et-Taha20/120)Şecere-i Memnua(el- Araf Suresi,19/25) gibi ancak bunlara herhangi bir kutsiyet atfedilmemiştir.Ağaç olmaları dışında başka özelliklerine değinilmemiştir.

Kutsallık atfedilen yerlerde çaput bağlama daha çok çocuğu olmayan veya çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir 

Dini bazı pratiklerin halk arasında türbe ziyaretlerinde uygulandığı buralara duyulan saygının en önemli örneğidir bunlardan bazıları; Abdest almak ibadetlerimizi yerine getirmek için nasıl ilk koşulsa insanlarda türbe ziyaretlerine abdestli gelmeye özen gösterirler. 

“Biz yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”(el-Fatiha,1/5) ayetinden de anlaşılacağı üzere  ibadeti sadece  Allah için yaparız. Adakta ibadet manasındadır bu yüzden sadece Allah için yapılmalıdır. Bu yüzden yatırlar için  adak amaçlı kesilen veya dağıtılanlar bid’attir ve caiz değildir.

Türbe ziyaretlerinde dilekte bulunanların adakta bulunması dileğin kabul olması için şart olarak görülmektedir. Bu adak: şeker, para, lokum, çerez, helva  gibi yiyecekleri dağıtmak şeklinde; türbeye Kuran’dan bir kısmı okumak veya belli sayıda Yasin suresini okumak,namaz kılmak; tesbih ve seccade gibi türbe ihtiyaçlarını karşılamak  gibi bazı uygulamalar adak kapsamına girmektedir. 

Kurban kesme geleneği dinimizde Allah’a yaklaşma aracı olarak Kuran ve sünnette belirtilmiştir. Eski Türk geleneğinde ise iyi ruh olan Han Ülgen’i anıp kötü ruh olan Erlik Han’dan korunmak, atalara sevgi ve bağlılığın göstergesi ve tabiattan medet için adak kurbanın önemliydi. Günümüzde ise bazı insanlar türbe ziyaretinin öncesinde dileklerinin hemen gerçekleşmesi , Allah’a yakınlaşmak gibi bazı sebeplerle veya diledikleri gerçekleşmişse eğer bunun sebebini türbedeki zata bağladıkları için bu zat için kurbanda bulunurlar  ancak bu uygulama kötü bid’at kapsamındadır.



Sonuç

Gelenek etkisiyle hayatımızda henüz işlevselliğini kaybetmeyen türbe ziyaretleri inanç merkezi konumundadır. Ziyaretçiler hacetlerinin giderilmesi için çeşitli pratikler uygulamaktadır. Bunların ise dini bir ritüel şeklinde kalpten inanılarak yapılması Bid’at kapsamına girmesi ve dinde uygun bulunmamasının sebebidir. Halbuki Kur’an ve sünnette bu yasaklanmıştır kabir ziyaretlerine yalnızca ibret almak ve ahireti hatırlamak için izin vermiştir. Geçmişten günümüze   bid’atlarla   mücadele etmek ve bid’atların tespiti dinimizin safiyetini korumak için önemli konulardandır. Sanıldığı gibi bid’at üretme ve zamansal terakkinin arasında zıt bir bağ yoktur; yalnızca dönemden döneme bid’atların şekli değişmektedir. Bu bağlamda genellikle örf ve adetlerle bu inanış harmanlanmıştır. Kuran-ı Kerim ve sünnette geçen bölümlerdeki bid’atlar nüzul dönemiyle ilgili olsa da tüm dönemlerdeki bid’atlara karşı uygulanacak tutumlarda bize rehberlik etmektedir.

Halk arasında gerçekleştirilen türbe ziyaretlerinde uygulanan bazı dini pratikler sebebiyle bid’at kapsamına girdiğini görmek mümkündür. Bu pratiklerin sebebi eski gelenekle İslami geleneğe dayalıdır. İnsanların ihtiyaçlarına hemen kavuşma arzusu ve psikolojik olarak kendilerini rahatlama çabaları eskinin dinle harmanlanmasına ve türbeye atfedilen kutsallıkla bu ziyaretler sırasında dine ekleme veya eksiltme niteliğinde olan Kur’an ve sünnetle çelişen yeni şeyler türetilmesine veya gelenekte var olan şeyin dinle özdeşleştirilerek bid’atların henüz hayatımızda yer almasının sebebi olmuştur. 

BÜŞRA DEMİR

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALİFELİĞİN KAYIP HALKASI: ABDULLAH BİN ZÜBEYR

                                                                                               GÜLSÜM AÇAN  İslam Tarihi’nde Abdullah b. Zübeyr doğumundan vefatına kadar geçen sürede birçok önemli olayda aktif rol oynamıştır. Müslümanlar Medine’ye göç ettikleri zaman Yahudiler Müslümanlar’a büyü yaptıklarını ve artık çocukları olmayacağı şeklinde söylentileri yayınca Müslümanlar bu durumdan oldukça üzüntü duydular. Medine’de Hicretten sonra ilk Abdullah b. Zübeyr’in doğumu Müslümanlar açısından büyük bir mutluluk oluşturdu ve adı bizzat Rasulullah tarafından konuldu. Küçük yaşlarda babası Zübeyr b. Avvam ile birlikte Suriye’nin fethine ve 634 yılında Yermük Savaş’ına bizzat katıldı....

ÖLÜMDEN SONRA TEKRAR DİRİLMEK

Ebedi hayat olan ahiret hayatını yaşamak için insanın, öldükten sonra tekrar dirilmesi gerekir. Kuran-ı Kerim'de bu husus hakkında varid olan ayetler muvacehesinde tekrar dirilme muhakkak olacaktır. Buna inanmayan mü'min olmaz.  İmanın şartlarından biri de, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmaktır. Öldükten sonra tekrar dirilmeye (Ba'su badel mevte), Allah-u Teala'nın, inayeti ilahiyesini tekmil için luzüm vardır. Bu da ahiret gününe iman etmeye icap ettirir. Ahiret gününe iman etmek, Allah'a iman etmek demektir. Ahiret gününe inanmayan Allah'a da inanmamış ve Allah'ın gönderdiği Peygamberi tasdik etmemiş olur.  Ahiret günü İsrafil (AS)'ın su'ra birinci defa üflemesinden, ikinci defa üflemesine ve ondan sonra cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin de cehenneme girmesine kadar geçen zamandır. Veyahut, nefha-i saniye (ikinci üfleme) den başlayarak sonsuz olarak devam edip giden zamandan ibarettir. Birinci ve ikinci defa su'ra üflemesinin arasın...

Kitab Ehli ve İlim Sahiplerinin Kur'an Karşısındaki Tavırları

Kur'an-ı Kerim; Peygambere ve Kur'an'a inanan ilim sahiplerinin ve Kitap ehlinden bazılarının Allah'ın vahyini doğrulamalarını, başta Mekke döneminde bilahare Medine döneminde duydukları sevinçleri ve tanıklıklarını köklü, gözle görülür davranışlarını tescil etmektedir. İşte Mekki surelerdeki bu tescillerin bazıları:  1. Kendilerine kitap verdiklerimiz, oğullarını tanıdıkları gibi onu tanırlar... (En'am, 20)  İlk akla gelen ve anlaşılan, onlar, Hz. Peygamber(s.)'in davasının doğruluğuna da tanıklık etmekteler. Çünkü onun gerçek olduğunu, onun doğru söylediğini kendi çoluk çocuklarını tanıdıkları gibi biliyorlardı. 2 . Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken, ben ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur'an'ın), gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler, onun için hiç kuşkulananlardan olma. (En'am, 114)  3. Onlar yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümm...