Ana içeriğe atla

İSLAM DÜŞMANLARINA KARŞI VERİLEN MÜCADELE VE İSLAM ADALETİ

Allah Resulü'ne inananların kimisi Kitap Ehli/ ilim, cedel ve delil sahibi, kimisi de dahi, parlak fikirli, basiretli/ kuvvetli, kişilikli, işleri kavrama ve etki gücüne sahip lider ve liderlik karekterine sahip insanlardı. Bunların aldatılmış olması veya hayal peşinde koşması mümkün değildir. 

Onlar, çağrının dayandığı güçlü ilke ve ıslahatçı, insani, toplumsal, hayati ve psikolojik hedeflerin ötesinde bu çağrının belirtilerine hiçbir kuşku taşımayacak biçimde inanmış olmalıdırlar. Bunların sayıları kalabalıktır. Böylece Allah Resulü'nün, Allah'la ve onun vahyiyle olan ilişkisinin doğruluğu gözle görülür, ispatlanmış, gerçek bir kanaat olmaktadır. Bunu onlardan sonra inkar etmek yaygın, görülmüş, hiç kuşku götürmeyecek derecede inandırıcı, birçok kalabalık grupların gördüğü, tanık olduğu, haber verdiği ve inandığı bir olguyu körü körüne saptırıcı bir şekilde reddetmek ve inkardır. Kaldı ki, bunlar arasında alimler, uyanıklar, son derece zeki olanlar, ileriyi gören geçmişten haberdar olan birçok kimse olduğu gibi aldatılması, hayal görmesi kesinlikle mümkün olmayan kimseler de mevcuttur. Bu yüzden böyle bir inkar sadece sapıklık ve hiç kuşkusuz gerçeği çarpıtmak ve saptırmak olur. Tanıklıkların, gözleriyle görüp hazır bulunan toplulukların şahitliklerinin gücü, bunların Kur'an'da zikredildiği de göz önünde bulundurulursa, Müslümanlar katındaki kutsiyeti bir tarafa bırakılsa bile, Kur'an'daki haberler, olaylar, gözlemler, müşahede ve tanıklıklar, Kur'an'ın inişinden hemen sonra, hayal ürünü herhangi bir şüphe, mübalağa veya çelişki yahut değişiklik ve sonraki rivayetlerle tahrifat söz konusu olmaksızın hiç vakit kaybetmeden acilen yazıya geçirilmesi, ayrıca geçmiş Peygamberlerin haberleri konusundaki eşsizliği ile herkesçe kabul gören bir vesika olmasından ötürü daha da büyük güç kazanmaktadır. Mekkeli veya Medineli Kur'an-ı Kerim'in "Muhacir veya Ensar'dan ilk geçenler." diye nitelendirdiği ilk Müslümanların Müslümanlıklarının baskı, kandırma, kozmopolitlik sonucu olduğu asla söylenemez. 

Çünkü İslâm'a çağrı Nahl suresinin temsil ettiği şu ayetin yönlendirmesine uygun bir şekilde sürmüştür: "Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır; onlarla en güzel olanla mücadele et. Hiç kuşkusuz Rabbin, onun yolundan sapanları da ve doğru yolda olanları da en iyi bilendir.' (Nahiy 125) İnanmayanlar, İslâm ve Müslümanlar aleyhinde faaliyetlere girişmedikçe ve barışık hali sürdükçe, Kur'an'ın yönlendirmesine uygun olarak, vazgeçip inanıncaya veya kafir olarak ölünceye kadar olduğu gibi bırakılırlardı. Hesapları ise Allah'a aitti. Nitekim Mekki ve Medeni birçok ayette bu konu böyledir. Bunlardan birkaçı: 
1. Dinde zorlama yoktur; Doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. Kim tağutu inkar edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir. (Bakara, 256) (Ayet Medenidir.) 
2. Allah katında din, İslam'dır. Kitab verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. Seninle tartışmaya girişirlerse de ki: "Ben de kendimi Allah'a teslim ettim; bana uyanlar da. " Kendilerine kitap verilenlere ve ümmilere de ki: "Siz de İslam oldunuz mu?" Eğer İslam olurlarsa doğru yolu bulurlar. Yok, eğer dönerlerse, düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kulları(nı hakkıyla) görmektedir. (Âli İmran, 19-20). (Ayetler medenidir.) 
3. De ki: "Ey Kitab Ehli! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız, Allah'a tapalım, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım; birimiz, diğerini Allah'tan başka ilah edinmesin. " Eğer yüz çevirirlerse: "Şahit olun, biz Müslümanlarız." deyin. (Âli İmran 64) (Ayet Medenidir.) 
4. Ancak aranızda andlaşma bulunan bir topluma sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (İstemediklerinden) yürekleri sıkılarak size gelenler hariç. Allah dileseydi, onları sizin başınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı. O halde onlar, sizden uzak dururlar, sizinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size, onlara saldırmak için bir yol vermemiştir. (Nisa, 90) 
(Ayet Medeni'dir.) 
5. De ki: "Ey İnsanlar! Ben, sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın elçisiyim. Ondan başka ilah yoktur. O; diriltir, öldürtür. Gelin Allah'a ve O'nun ümmi Peygamberi olan elçisine inanın ki o (Peygamber) de Allah'a ve onun sözlerine inanmaktadır. O'na uyun ki, doğru yolu bulasınız. (A'raf, 158) (Ayet Mekki'dir.) 

6. Andolsun, içinizden size öyle bir Peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü 'minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer (inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'ndan başka ilah yoktur. O'na dayandım, O, büyük arşın sahibidir. " (Tevbe, 128-129) (Medeni'dir.) 

7. De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabbinizden gerçek (hakk) geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir; sapan da kendi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim!” Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir, (Yunus, 108-109). (Mekki'dir.) 

8. Ey Peygamber! Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı ve izniyle Allah'a davetçi ve aydınlatıcı bir ışık olarak gönderdik. Mü'minlere Allah'tan büyük bir lütfa ereceklerini müjdele! Kafirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a dayan. Vekil olarak Allah yeter. (Ahzab, 45-48) (Medeni'dir.) 

9. Biz (bu) kitabı, insanlar için sana hakk ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse kendi yararınadır, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin. "(Zümer, 41) (Mekki'dir.) 

10. Biz onların ne dediklerini biliyoruz. Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin. Sadece tehdidimden korkanlara Kur'anla öğüt ver. (Kaf, 45) (Mekkî'dir.) 

11. De ki: "Ey kafirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. " (Kafirun suresi) 

Kur'an-ın yönlendirişindeki apaçık olan örgü ve üslup, zamanın ve güç merkezinin Medine döneminde Peygamber ve Müslümanların lehine dönmesinden sarfı nazar etmekle bakışları üstüne çekmektedir. Öyle ki bu dönemde, Müslümanlarla Peygamberin güçlerinin zirvesinde oldukları bir sırada, onlarla barış halinde olan kafirlere iyi ve adaletli davranılmasına teşvik etmektedir. Nitekim Peygamber ve Müslümanların güç bakımından zirveye ulaştıkları ve bu güçlerinin onları Mekke'yi fethettiği ve sonunda fethettikleri bir sırada inen Mümtehine suresinde de: "Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz. Doğrusu Allah, adil olanları sever." (Mümtehine 8) buyurulmaktadır. Bütün bunlarla çağrının hakka, barışa, insanlığın iyiliğine, yararına ve mutluluğuna olduğuna ve çağrının hikmet, güzel öğüt, en güzel şekilde tartışma ve ondan sonra insanları kendi akılları, iradeleri ve iyiyi kötüden ayırma yetenekleri ile baş başa bıraktığına dair olan kanı en yüce noktasına, zirvesine ulaşmaktadır. 

Bunun dışındaki her dava batıl ve çürüktür. Bu çerçeve içinde çağrıya olumlu bir cevap olarak İslâm'a, katılan ilk Ensar kafilesinden sonra, müşriklerden, putperestlerden Ehl-i Kitap'tan, Araplardan ve Arap olmayanlardan muhtelif gruplar İslâm'a girmeye devam ettiler: "Muhacirlerden ve Ensardan (İslâm'a girmekte) ilköne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da O'ndan razı olmuşlardır.” (Tevbe 100) Haşr suresinin şu ayetinde de bu konuya işaret vardır: "Onlardan sonra gelenler derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı kin bırakma! Rabbimiz sen çok şefkatli çok merhametlisin." "(Haşr, 10) Her iki ayette de Muhacir ve Ensar'ın ilk İslâm'a giren grubu izleyişi Peygamberimizin (s.) hayatının sonlarına doğru inen Nasr suresinin de ifade ettiği gibi bütün Arap yarımadasını kapsayıncaya kadar devam eder: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zamanı Rabbini överek tesbih et, O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr, sûresi). 

Güvenilir siyer rivayetlerinin de zikrettiği gibi Şam (Suriye), Irak ve Habeşistan'da müşriklerden ve Ehl-i Kitap'tan pek çok insan da İslâm'a girmeye başladı. Gelecek Kur'an ayetlerinde de teyit edildiği gibi bu gruplardan kimisinin kalbine henüz iman tam yerleşmediği halde ya hakikaten isteyerek ve bazı şeylere tamah ederek veya bir takiye olarak İslâm'a giriyorlardı. Bunu ifade eden pek çok Kur'anî nas vardır: 

1. İnsanlardan, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık.” diyenler vardır. Bunlar Allah'ı ve inananları aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler. (Bakara, 8-9) 

2. Sizden olmadıkları halde, sizinle beraber olduklarına Allah'a yemin ederler. Oysa onlar korkak bir topluluktur. Bir sığınak veya mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı çarçabuk oraya yönelirlerdi. (Tevbe, 56-57)

3. Bedevilerin savaştan geri kalmış olanları, sana: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Bizim bağışlanmamızı dile.” diyecek dilleriyle gönüllerinde bulunmayanı söylüyorlar. De ki: "Allah size bir zarar gelmesini dilerse yahut bir fayda elde etmenizi dilerse, O'na karşı kimin gücü bir şeye yeter? Kaldı ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Aslında siz, Peygamberin ve inananların, ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu gönüllerinize güzel görünmüştü de kötü sanıda bulunmuştunuz. Hayırsız bir topluluk oldunuz.” (Fethi 11-12) 

4. Savaştan geri kalmış olanlar, siz ganimetleri almaya giderken: "Bırakın, biz de sizinle gelelim." diyeceklerdir. Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: "Bize uymayacaksınız; Allah sizin için önceden böyle buyurmuştur.” Size: "Hayır! Bizi çekemiyorsunuz.” diyecekler. Aksine, kendileri ancak pek az söz anlayan kimseleydir. (Fethi 15) 

5. (Bedevi) Araplar: "İnandık” dediler, de ki; "İnanmadınız, ama 'Müslüman olduk' deyin" iman henüz gönüllerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz (Allah), işlediklerinizden hiç bir şeyi eksiltmez; doğrusu Allah, bağışlar, merhamet eder. (Hucurât, 14) 

Allah ve Resulü onların bu konumlarını kabulleniyordu. Çünkü onlar açık açık Müslümanlıklarını ileri sürüyor ve az önce verdiğimiz Bakara ve Tevbe surelerinin ayetlerinde de ifade edildiği gibi Müslüman olduklarına yemin ediyorlardl. Çünkü onlar üşene üşene ve gösteriş için olsa bile namaz kılıyor ve zekât veriyorlardı. Tıpkı göreceğimiz şu ayetlerde zikredildiği gibi: 

1. Münafıklar (güya) Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Oysa O, onların aldatmalarını kendilerine çevirir. Namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı pek az anarlar. (Nisa, 142) 

2. İnfak ettiklerinin kabul edilmesine engel olan sadece şudur: Onlar Allah'ı ve Resulü'nü inkar ettiler; namaza da üşene üşene gelirler ve istemeye istemeye infakta bulunurlar. (Tevbe, 54) Bütün bunlar tevbe etme olasılığının bulunmasındandı. Çünkü şu ayetlerde de görüleceği gibi Küffarı onları sürekli olarak tövbeye teşvik ediyordu: 

1. Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar Onlara yardımcı bulamayacaksın. Ancak tövbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah'ın Kitabı'na sarılanlar ve dinlerine Allah için içten bağlananlar müstesnadır. Onlar inananlarla beraberdir. Allah mü'minlere büyük ecir verecektir. Şükreder ve inanırsanız Allah size niçin azap etsin? Allah şükrün karşılığını verir ve bilir. (Nisa, 145-147) 
2. Andolsun ki, Müslüman olduktan sonra inkar edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemedik diye Allah 'a yemin ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler; Allah ve Peygamberi bol nimetinden onları zenginleştirdi diye öç almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse iyiliklerine olur; şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve ahirette can yakıcı azaba uğratır. Yeryüzünde bir dost ve yardımcıları yoktur. (Tevbe, 74)  Kur'an-ı Kerim bedevi Arapların mükemmel bir portresini bize aktarmaktadır. Tevbe suresinde onlar hakkında gelen bir bölüm şu ayetlerle bitmektedir: "Bedevi Araplar küfür ve nifakta daha yaman ve Allah'ın, Resulü'ne indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamaya daha müsaittirler. Allah bilendir, hikmet sahibidir. Bedevi Araplardan kimi de var ki, verdiğini angarya sayar ve sizin başınıza belalar gelmesini gözetler. (Gözettikleri) o bela onların başına gelsin. Allah işitendir, bilendir."(Tevbe, 97-98). Bu ayetten sonra şu ayet gelir: "Bedevi Araplardan kimi de var ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, verdiğini Allah'a yakın dereceler kazanmaya ve Resul'ün duasını almaya vesile sayar. Gerçekten o (verdikleri), kendileri için yakın dereceler(e vesile)dir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Hakikaten Allah bağışlayan esirgeyendir.” (Tevbe, 99) 

Allah Resulü (s.) Medine'ye hicret ettiği zaman Yahudiler bunu bir uğursuzluk saydılar. Çünkü onun hicretinden çıkar ve siyasi güçlerinin tehlikede olduğunu görüyor ve düşünüyorlardı. Bu yüzden büyük bir bölümü danışıklı bir karşı koyma tutumu takındılar. Allah Resulü'nün Medine'ye hicretinden önce Hazreç kabilesinin güçlü bir kolunun lideri Abdullah b. Ubeyy kendi toplumuna kral olmak için seçilmişti. Böylece bu hicret onun bu coşkulu arzusuna sed çekmişti. Bu yüzden kin güttü ve münafıklık etti. Kabilesine mensup bazı kimseler de, taassuplarından onun çevresinde toplandı. Böylece Medine'de nifak hareketi kurulunca Yahudiler, onlarla işbirliği yapıp onları kışkırtmak ve onlara vesvese vermekte gecikmediler. Kur'an'ın zikrettiği pek çok durum var ki; bu konumda olanları onların ayıplarını açığa vurmak suretiyle teşhir edip uyarmıştır. 

Allah Resulü Yahudileri Medine'den sürünce bu nifak hareketi yok denecek kadar zayıflayıp münafıkların bir çoğu Allah'a tövbe ederek doğru yola döndüler. Bunlardan sadece bir kaç kişi nifaklarını ölünceye kadar sürdürdüler. Zaten bunların büyük bir kısmı Peygamber (s.) hayatta iken ölmüştü. Allah Resulü'nün onları kovduğu veya onlardan herhangi birisinin öldürülmesini emrettiğini belirten hiçbir rivayete rastlanmamıştır. İlk akla gelen, Allah Resulü onları İslâm ve Müslümanlar için önemli tehlike oluşturan düşmanlar saymamış olmasıdır. Bu yüzden onlara geniş kalplilik ve anlayış göstermiştir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bunlar özellikle "Müslüman" olduklarını açık açık söylüyor, namaz kılıyor ve zekâtlarını veriyorlardı. Kur'an-ı Kerim'in savaşı emreden herhangi bir emri veya Peygamberin bile bile inkar edenlere karşı cezalandırmak, ders vermek için yaptığı savaş hazırlığı; onların, münakaşa ve uzun sözlü tartışmaların çerçevesinde kalmayarak bu çerçeveyi Müslümanlara işkence, düşmanlık, çağrı özgürlüğünü yok etme, engelleme, Müslümanlığın güvenliğini tehdit etme ve düşmanlığın olmamasına rağmen Müslümanlara savaş açıp saldırmaya kadar vardırmalarına neden olmuştur. Oysa aşağıda sunacağımız Kur'an ayetlerinin de açıkça belirttiği gibi düşman saldırılarına karşılık verirken, Müslümanlara yapılan işkence ve benzeri tehlikeyi bertaraf ederken takınılan tavır; herhangi bir tecavüzün söz konusu olmamasına rağmen onların bu düşmanca tavrı ortaya koymalarındandır, 

1. Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. Onları nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlarla savaşmayın ki, onlar da orada sizinle savaşmasınlar. Fakat onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün; kafirlerin cezası böyledir. Eğer onlar (savaştan ve küfürden) vazgeçerlerse Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Onlarla savaşın ki, fitne ortadan kalksın, din yalnız Allah'ın dini olsun. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur, Haram ayı, haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın; Allah'tan korkun, bilin ki, Allah muttakilerle beraberdir. Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, doğrusu Allah iyilik edenleri sever. (Bakara, 190 195) 

2. Başka bir takım insanlar da bulacaksınız ki, hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isterler. Ama ne zaman fitneye götürülseler, baş aşağı edilip (fitnenin) içine atılırlar. Eğer onlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler, ellerini (savaştan) çekmezlerse onları yakalayın ve nerede bulursanız öldürün! İşte öylelerine karşı Allah size açık bir yetki vermiştir. (Nisa, 91 ) 

3. İnkar edenlere söyle: "Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki (günahları) kendilerine bağışlanır; yok yine (eski hallerine) dönerlerse, öncekilerin (başına gelen Allah) kanunu geçmiştir. (Bunların da başına gelecektir. Onu beklesinler). Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer vazgeçerlerse muhakkak ki Allah, ne yaptıklarını görmektedir. Eğer dönerlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! (Enfaı, 3840) 

4. Kendileriyle savaşılan (mü 'min)lere, (savaşma) izni verildi. çünkü onlara zulmedilmiştir. Ve şüphesiz Allah onlara yardım etmeye kadirdir. Onlar, sırf "Rabbimiz Allah 'tır.'' dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah 'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılırdı. Allah, kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım eder. Şüphesiz Allah, kuvvetlidir, galiptir. (Hac, 39-41) Bazı insanlarla karşılaşan bazı Müslümanlar, onların selam vermelerini veya Müslüman olduklarını açıklamalarını veyahut da barış halinde olduklarını açıklamalarını tatminkar bulmayarak onları öldürmüşler ve mallarını ganimet olarak almışlardı. Çünkü düşman kafirlerden olduklarına olan kanaatleri daha ağır basmıştı. Allah Resulü (s.) buna öfkelendi: "Bizi aldatmak için yalan söylüyorlardı." demeleri üzerine onlara: "Kalplerini yardınız mı?" diye çıkıştı. Bunun üzerine Allah şu kesin ayeti indirdi: "Ey İnananlar! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek: "Sen mü'min değilsin!" demeyin. Çünkü Allah'ın yanında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz. Allah size lütfetti (imana geldiniz). O halde iyice anlayın (dinleyin, peşin hüküm vermeyin). Çünkü Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Nisa, 94) Bedevi Arapların kalplerine iman girmemiş olsa bile ilerde olacağı umuduyla Hucurât suresinde de ifade edildiği gibi sadece "Müslüman olduk" demeleri yeterli görülüyordu: "Bedevi Araplar, "İnandık." dediler. De ki: "İnanmadınız, fakat Müslüman olduk deyiniz. Henüz iman kalbinize girmiş değildir. Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz bu sizin Yaptıklarınızdan bir şey eksiltmez. Doğrusu Allah bağışlayan ve esirgeyendir.""(Hucurât, 14) 

Enfal suresinde ise, daha önce düşman sözünde durma veya Müslümanlara oyun yapmışsa bile barışa yanaşmaları halinde Peygamberin de barışa yanaşmasını emreden ayetler mevcuttur: "Allah katında canlıların en kötüsü, kafirlerdir Çünkü onlar inanmazlar. Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde onlar, hiç çekinmeden, yaptıkları antlaşmayı her defasında bozarlar. Savaşta onları yakalarsan, onlar(a vereceğin ceza) ile arkalarında bulunan kimseleri de dağıt ki, ibret alsınlar. Bir kavmin (antlaşmaya) hainlik yapmasından korkarsan sen de (onların seninle yaptıkları anlaşmayı) aynı şekilde onlara at; çünkü Allah hainleri sevmez. İnkar edenler (Bizim kazamızdan kurtulup) geçtiklerini sanmasınlar. Onlar (bizi) aciz bırakamazlar. Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a dayan. Çünkü O, işitendir, bilendir. Eğer sana hile yapmak isterlerse (korkma) Allah sana yeter. O, yardımıyla seni ve mü'minleri destekleyen ve onların kalplerinin arasını uzlaştırandır. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın; fakat Allah, onların arasını uzlaştırdı. Çünkü O, daima üstündür, hikmet sahibidir." (Enfal, 55-63) 

Allah Resulü zamanında cereyan eden savaş olayları, ister bizzat kendisinin komuta ettiği, isterse Müslümanlar için seçtiği komutanların idaresinde olsun hepsi de Kur'an'ın yönlendirmesi çerçevesinde olmuştur. Bunun aksine söylenen, rivayet edilen ve yorumlananlar ise araştırmaya dayanmayan, ispatlanamayan asılsız şeylerdir. Eğer ilah tanımaz ateistlerde iyi niyet, gerçeği/hakkı ka-bullenme isteği ve diri bir vicdan olsaydı, Hz. Muhammed'in bir yalancı, uydurmacı, kuruntulu bir hayalperest olma imkanının asla bulunmadığına, insanları karanlıklardan nura çıkarıp doğru yola iletmek için O'ndan vahiy aldığına ve evreni yoktan var edip ortaya çıkaran hakim Allah'la olan ilişkilerimizin tam gereğine en güçlü ve etkin bir şekilde inanır, kani olur ve etkilenirlerdi. 

Bir çoğu Ehl-i Kitap'tan ve zamanının ilim otoritelerinden, güçlü şahsiyetlerinden olan son derece zeki, ileri görüşlü, uyanık ve seçkin akıl sahibi Peygamber (s.)'i gören, onu yüz yüze dinleyen yüz binlerce insan ona inanmıştır. Hatta bunlardan kimisi yarımadanın dışından onu dinlemek ve çağrısı hakkında sağlam bilgi sahibi olmak için gelen heyetler olup, onu görüp dinledikten sonra etkilenmiş, kesin bir kanaate vardıktan sonra inanmışlardır. Bu konuda öyle gözle görülür somut tanıklar var ki büyüklük taslayan, inatçı sapıklardan başka kimse ondan kuşkulanmaz. Bedevi Araplardan bazı grup ve fertlerin isteyerek, menfaat umma tamahıyla veya biraz önce açıkladığımız gibi takiyye ve nifak olarak Müslüman olmuş olmaları bu gerçeği asla çelişkiye düşürmez. Çünkü ilk inanan grupların ve onları güzellikle izleyenlerin ve zikrettiğimiz niteliklerle bezeli olanların imanları, çürütülmesi asla mümkün olmayan gözle görülür somut bir tanıklık olayını sergiler. İşlediğimiz konular mülhitlere karşı ileri sürdüğümüz delillerin tamamı değildir. Gelecek bölümlerde hakka teslim olup boyun eğmek ve ikna olmak isteyenlere fazlasıyla inandırıcı deliller yer almaktadır. İnkarcıların sürekli iftira, hile, yalan ve suçlamalarla oluşan önyargıları Kur'an'ın içeriği hakkında yaptıkları yorumlarına ve kavrama güçlerine hastalık bulaştırmıştır. Onlar haksız ve ölçüsüz bir görüş açısıyla bakmışlar dolayısıyla genel mantık, gerçekler, olaylar, tarih ve dil bilgisiyle çelişen sapık bir anlayışa sapmışlardır. Ayetleri değerlendirirken çoğunlukla sadece bir ayetin bir cümlesini veya bir sureden sadece bir bölümü ele alıp ayetin önüne ve sonrasına bitişik ayetlerin mana ve üslubundaki akışa ve diğer surelerdeki Yanlış anlamayı giderici, tamamlayıcı izah ve açıklamalara bakmaksızın hüküm vermeye gitmişlerdir. Akım, gerçeğin ve ilmin; birbirini açıklayan, yorumlayan, izah eden ve birbirini tamamlayan Kur'an-ı Kerim'in bir bütün olarak ele alınması nı zorunlu kıldığı gerçeğini görmezlikten gelmişlerdir. Oysa tereddütsüz bir kesinlikle denilebilir ki: "Kur'an'da  zan, çelişki, kapalılık gibi görünen bir ayetin mutlaka üslubun akışında veya başka bir ayetle o zannın giderilmesi; doğru, gerçek ve hak olanın somut bir şekilde ortaya konması büyük, ebedi Kur'an'ın mucizelerindendir." Genellikle onlar, Kur'an'la indiği çevre arasındaki Kur'an'la Peygamberin sireti/hayat tarzı arasındaki sağlam ilişkiyi anlamadan ve farkına varmadan; ayetleri, indirildiği anın zamanından, çevresinden, sebep ve etkilerinden, atmosferinden soyutlanmış olarak; genelde Kur'an'ın indiği dili ve hitabet üslubunu da bilmeden ayet ve bölümlerini ele alıyorlar, dolayısıyla Kur'an sözcüklerini yorumlamada haktan sapıp ve genellikle Kur'an'ın müteşabih yönüne sarılarak bu müteşabih yönünün yorumunu içeren kesin, muhkem ayetlerini bir kenara itiyorlar.  Asıl üzücü olan eski ve yeni birçok, araştırmacı ve bilim adamı bunların iyi ve kötü niyetli olabilecekleri hususunu göz ardı ederek aynı hataya düşmeleridir. Bununla birlikte söyledikleriyle, yazdıklarıyla ve telifleriyle mülhidlerin-ateistlerin söylediklerine, yazdıklarına, telif ve ileri sürdükleri delillere payanda olmaktadırlar. Nitekim Azm'ın ileri sürdüğü tezlerde delil olarak dayandığı eserler bu tip şeylerdir. Eğer her iki taraf da Kur'an'ı iyi gözden geçirip tetkik edecek olurlarsa içine düştükleri hataların bir çoğunu düzeltebilecek ve Kur'an'ı gerçek yanıyla anlayabileceklerdir. İlerde bunu detaylı olarak açıklayacağız. Bu konular genel olarak Müslümanlar ve başkaları için Kur'an'ı anlamada, Kur'an'ın içeriği ve hedeflerini kavramada ger-çekten çok önemlidir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HALİFELİĞİN KAYIP HALKASI: ABDULLAH BİN ZÜBEYR

                                                                                               GÜLSÜM AÇAN  İslam Tarihi’nde Abdullah b. Zübeyr doğumundan vefatına kadar geçen sürede birçok önemli olayda aktif rol oynamıştır. Müslümanlar Medine’ye göç ettikleri zaman Yahudiler Müslümanlar’a büyü yaptıklarını ve artık çocukları olmayacağı şeklinde söylentileri yayınca Müslümanlar bu durumdan oldukça üzüntü duydular. Medine’de Hicretten sonra ilk Abdullah b. Zübeyr’in doğumu Müslümanlar açısından büyük bir mutluluk oluşturdu ve adı bizzat Rasulullah tarafından konuldu. Küçük yaşlarda babası Zübeyr b. Avvam ile birlikte Suriye’nin fethine ve 634 yılında Yermük Savaş’ına bizzat katıldı....

ÖLÜMDEN SONRA TEKRAR DİRİLMEK

Ebedi hayat olan ahiret hayatını yaşamak için insanın, öldükten sonra tekrar dirilmesi gerekir. Kuran-ı Kerim'de bu husus hakkında varid olan ayetler muvacehesinde tekrar dirilme muhakkak olacaktır. Buna inanmayan mü'min olmaz.  İmanın şartlarından biri de, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmaktır. Öldükten sonra tekrar dirilmeye (Ba'su badel mevte), Allah-u Teala'nın, inayeti ilahiyesini tekmil için luzüm vardır. Bu da ahiret gününe iman etmeye icap ettirir. Ahiret gününe iman etmek, Allah'a iman etmek demektir. Ahiret gününe inanmayan Allah'a da inanmamış ve Allah'ın gönderdiği Peygamberi tasdik etmemiş olur.  Ahiret günü İsrafil (AS)'ın su'ra birinci defa üflemesinden, ikinci defa üflemesine ve ondan sonra cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin de cehenneme girmesine kadar geçen zamandır. Veyahut, nefha-i saniye (ikinci üfleme) den başlayarak sonsuz olarak devam edip giden zamandan ibarettir. Birinci ve ikinci defa su'ra üflemesinin arasın...

Kitab Ehli ve İlim Sahiplerinin Kur'an Karşısındaki Tavırları

Kur'an-ı Kerim; Peygambere ve Kur'an'a inanan ilim sahiplerinin ve Kitap ehlinden bazılarının Allah'ın vahyini doğrulamalarını, başta Mekke döneminde bilahare Medine döneminde duydukları sevinçleri ve tanıklıklarını köklü, gözle görülür davranışlarını tescil etmektedir. İşte Mekki surelerdeki bu tescillerin bazıları:  1. Kendilerine kitap verdiklerimiz, oğullarını tanıdıkları gibi onu tanırlar... (En'am, 20)  İlk akla gelen ve anlaşılan, onlar, Hz. Peygamber(s.)'in davasının doğruluğuna da tanıklık etmekteler. Çünkü onun gerçek olduğunu, onun doğru söylediğini kendi çoluk çocuklarını tanıdıkları gibi biliyorlardı. 2 . Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken, ben ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur'an'ın), gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler, onun için hiç kuşkulananlardan olma. (En'am, 114)  3. Onlar yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümm...